Ortak payda, Fenerbahçe’nin menfaatleri
Geçen haftaki tartışmalar, fikir alışverişleri bir kere daha gösterdi ki, hayat, çarşı’nın pek sevdiği bir deyişle, siyah-beyaz, “DEĞİL”.
Hayatın tamamı gri ve tonlarından ibaret.
Keşke her şey siyah ve beyaz kadar açık, net ve keskin olabilseydi.
Alex’i savunanlar veya başkanı savunanlar hep aynı şeyi söylüyorlar aslında.
Herkesin savundukları fikir için bir “ama”sı var.
Başkanı savunanlar, dillere destan sabırsızlığı ve agresifliğinin hakkını veremeyecek kadar kör değil elbet, “ama” diyorlar, hayatını kulübe verdi.
Alex’i savunanlar, yaptığı açıklamanın zamansızlığı, gereksizliği ve hatta takımın yatak odasını ifşa etme yönünün değersizliğine kör değil tabii ki, “ama” diyorlar şu gözlerin gördüğü, canlı seyrettiğimiz en iyi oyuncu.
Gördüğünüz gibi, grinin tonları gibi gözüken iki açıklama birbirinin tıpatıp kopyası aslında.
Herkesin “ama”dan sonra kurduğu cümle aynı; Fenerbahçe.
Çünkü ortak payda, Fenerbahçe’nin menfaatleri.
Ben alex giderken de söylemiştim, aykut giderken de.
Benim için “efsane” denilebilecek adamlar, aykut gibi, lefter gibi adamlar.
Alex enfes bir oyuncu, yalan yok, hala daha arıyorum,
her ara pasta, zamanlamalı, uygun tempolu atılmayan her topta aklıma geliyor.
AMA Alex bu kulüp için bir memurdan ibaretti, hepsi bu.
Bordrolu çalışan pek çoğumuz gibi para karşılığı emeğini sattı.
Çalıştığı firmaya gönülden, kalpten bağlı olmasını beklemek iyimserlikten başka bir şey değil.
O çalıştığı firmadan, aldığı ücretten memnundu, çalıştığı firma da onun performansından.
Aldığı her kuruşu da hakettiğini de hemen herkes kabul edecektir sanırım, özellikle kimlere ne paralar döküldüğü göz önünde bulundurulunca.
Fakat “efsane” olmak, kulüp ile özdeşleşmek, heykeli dikilmesi falan, bunlar tamamen başka konular BENİM İÇİN.
“Efsane”, “bayrak adam”lık olayı,
Biraz, topuk yaylasında çıkıp “sahanın içi tertemiz, hakkımızla kazandık” diyebilmek gibidir, herkes fare deliklerine kaçmış, aman başıma bir şey gelmesin derken,
Veya biraz da, lefter’in dediği gibi “futbol bir azim işi olduğuna göre, azmedenlerin ve hak edenlerin sarı lacivert formayı giymeleri haklarıdır. Ben azimliyim, bu sene yine takımda yer alacağım. Belki her maçta mutlaka oynamam ancak önemli olan Fenerbahçe’nin kazanmasıdır” bakış açısıdır.
Ya da ne bileyim Sir Matt Busby’nin hala kulüpte asılı duran ceketinin verdiği mesajdır.
Yani baktığımızda efsane deyip, idol yaratmak, dip notunda bir mesaj, bir duruş içermeli.
Modern futbol, bu efsane veya bayrak adam kavramını değersizleştirip, hiçleştirmiştir bana göre.
Dolayısı ile taraftarlar da bir idol ve efsane arayışı/ihtiyacında olduğu için, en az hatalı, defosu en az olandan bir idol yaratmıştır.
Sağ duyu ile, soğukkanlılıkla bakarsak, bugün efsane diyebileceğimiz, başkanından yöneticisine, oyuncusundan teknik adamına, pek çok kişiye aslında bu elbisenin 1-2 numara büyük geldiğini gözlemleriz.
Aziz yıldırım’ı en ağır eleştirenler bile, başkanlık döneminde bu kadar kendini adamış, kulübü hayatındaki herşeyin önüne koymuş bir yönetim performansı beklemiyordu belki de.
Ama bu adanmışlık, özveri, Fenerbahçe dediğimiz soyut kavramın “sahibi” yapmaz kimseyi.
Fenerbahçe’yi seven, hizmetini elinden geldiği şekilde yapar, zamanı gelince de bayrağı devir eder.
Fenerbahçe kavramı kimsenin veya hiçbir grubun/güç odağının tek başına kavrayarak sahiplenebileceği bir yapı değil.
Sahibi, bütünü oluşturan parçaların her biri aslında.
Dolayısı ile, Alex’in açıklaması ne kadar gereksiz, anlamsız ve zamansızsa, başkanın karşılığı ve açtığı savaş bayrağı da o kadar çocukça, saygısızca ve bireyselce.
Günün sonunda, dip toplama baktığımızda, bu olay özelinde, alex’de başkan da kulüp menfaatlerine aykırı hareket etmişlerdir.
Böylece gri skalasının uçlarını zorlama konusunda yine kendi ayaklarına çelme takmış,
Hayatının tam orta yerinde, kendini karanlık bir ormanda bulan Dante’yi bir kere daha haklı çıkarmışlardır;
“en iyimizin içinde bile biraz kötülük, en kötümüzün içinde bile biraz iyilik vardır”
Not: dün geceki keyifsiz maç hakkında söylenebilecek pek bir şey yok sanırım.
Yine keçiboynuzu gibi, özetini de seyretsen olabilecek bir maç.
Şöyle çılgınca bir teorim var;
Sezonun başından beri gs ve bjk bir yapı yerleştirmek için min. rotasyon ile oynuyorlar.
Zaten standart bir Türk takımı gibi hazırlandıkları için sezonu da fizik olarak zımba gibi açmış ve götürüyor durumundalar.
Teorim şu;
Gs ve bjk devre arasına kadar fizik ve kadro derinliği zaafiyeti yaşamaya başlayacaklar.
Eğer devre arasına girdiğimizde liderden sadece 3-4 puan geride olabilirsek, yani yarıştan kopmamış durumda isek, ligin ikinci yarısında ilk 10 hafta içinde kopartıp, puan farkı ile şampiyon olacağız bence.
Bu vitor’un becerisi değil, inanıp uygulamadığı bilimsel yöntemlerin çalışması sonucu olacak.
Skoru direk etkileyen rakip oyuncularda yorgunluk ve sakatlıklar baş gösterecek,
Kadro derinliği yeterli olmayan aynı kalite ve efektiflikte takımlar sahaya sürülemeyecek.
Dolayısı ile rakiplerin düşüşü, bizi yükseliyor gibi gösterecek.
Teorinin ne kadar çılgın olup olmadığını ilk devre sonunda yavaş yavaş görmeye başlarız diye düşünüyorum.
Emrah AKMAN